Skip to main content

Küresel Dünyanın İdeolojisi, Uzlaşmadır.

26 Ağustos, 2014

Denge kavramı hayatımızda ilk öğrendiğimiz kavramlardan biridir. İki ayağı üzerinde durmak isteyen her çocuk dengenin ne demek olduğunu anlar. Sadece ayakta durmak değil, aşırıya kaçtığımız her şeyde ödediğimiz bedel, bize dengenin ne demek olduğunu öğretir. Yemekten çalışmaya, gezmekten harcamaya kadar denge kavramın varlığını hayatımızın her anında hissederiz.  Gerald Zaltman’a göre denge, hayatımızı yönlendiren temel kavramlardan biridir.

Ama denge sadece fiziksel bir kavram değildir. Zaltman, dengenin fiziksel olduğu kadar sosyal, psikolojik ve ahlaki boyutları olduğunu söyler.  Duygularımızın da dengesi vardır. İnsan sürekli üzgün olamaz. Eğer sürekli can sıkıntısı içinde olursa vücut sağlığı tehlikeye girer. Bu nedenle insanın üzüntülerini dengeleyecek bir yol bulması, dengeye gelmesi gerekir. Aynı şekilde sürekli coşkulu ve mutlu olmak da mümkün değildir. Mutluluğun bir anlamı olması için diğer duygularla dengelenmesi gerekir.

Bütün canlıların vücudunda her türlü değişikliğe karşı dengenin korunması için içsel bir mekanizma vardır. (Homeostasis). Her bir hücrenin dengeyi sağlayarak kendi metabolizmasını koruma eğilimi içgüdüseldir.

İnsanın doğayla ilişkisin de dengesi vardır. Çevreyi kirletmek bugün değilse bile yarın insanı cezalandırır. Cezasını biz çekmesek de çocuklarımız çeker.

1

Denge kavramının bir de ahlaki ve sosyal boyutu vardır.  “Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma!” anlayışı ya da tam tersi “Dişe diş, kana kan” anlayışı da denge ile ilgili kavramlarıdır. Adaletin kökenindeki temel kavram dengedir.

Sağlıklı insani ve toplumsal ilişkilerin koşulu, bu ilişkilerin dengeli olmasıdır. Hayatta öğrendiğimiz ilk derslerden biri her şeyin sadece bizim istediğimiz gibi olmayacağı gerçeğiyle yüzleşmektir. Uzlaşmaya varma gereğini insan daha çocuk yaşta öğrenmek zorunda kalır.

1990’lı yıllarla beraber, dünyayı ideolojik kamplara bölen duvarlar yıkıldı. Küresel dünya uzlaşma ideolojisini yaymaya başladı. “Bir arada yaşama”, “çokseslilik”, “birlikte kazanma” gibi anlayışlar yükselmeye başladı. İnternetin gelişmesi bu anlayışların yerleşmesini kolaylaştırdı. Dünya çatışmadan uzaklaşmayı, orta yol bulmayı yüceltmeye başladı.

Orta Doğu’da ve diğer bazı coğrafyalarda çatışmalar hala devam etse de son yıllarda dünya, hiç olmadığı kadar az çatışma ve savaşın yaşandığı bir döneme girdi. Sorunların diyalog ve tartışmayla çözülmesini vaaz eden uzlaşma anlayışı egemen oldu. Küreselleşen dünyanın ideolojisi uzlaşma oldu.

Çatışma kültüründe “ya biz ya onlar” zihniyeti esastır. Ama çatışmayla elde edilen çözümler hiçbir zaman kalıcı olmaz.  Kaybeden tarafın kini  ve düşmanlığı hiç eksilmez; yeni bir savaşa kadar devam eder.

Buna karşılık uzlaşma, bir olgunlaşmayı ifade eder. Herkesin kazandığı ve aynı zamanda adil bir şekilde kimi haklardan, kimi ayrıcalıklardan, kimi üstünlüklerden feragat ettiği, her iki tarafın çözüm elde etmek için gayret gösterdiği bir ilişkiyi içerir. Uzlaşma kültürü her iki tarafın da konulara birbirinin penceresinden baktığı ve bu süreçte kendi sert çizgilerini esnettiği bir anlayıştır.

Uzlaşmanın hakim olması, insanlar ya da gruplar arasındaki çelişkilerin tamamen sona ermesi, ortadan kalkması demek değildir. Çelişkiler hem doğanın hem de toplumsal yapının özünde vardır. İçinde çelişki taşımayan hiçbir şey  yoktur. Mühim olan çelişkilerin olmaması değil; bu çelişkilere rağmen bir dengeye ulaşılmasıdır. Uzlaşma kültürü yaratmak çelişkileri ortadan kaldırmayı hedeflemez; çelişkilere rağmen birlikte yaşamayı hedefler.

Uzlaşma anlayışını hakim kılmak ve uzlaşma kültürünü yerleştirmek kısa zamanda ulaşılacak bir hedef değildir. Bu kültürü hakim kılmak için, ailede, okulda, iş  ve toplum hayatında  herkesin çaba göstermesi gerekir.

2

Uzlaşma kültürünü yerleştirebilmek için açıklık, çok seslilik ve hoşgörü kültürünü de yerleştirmeliyiz. Gizli gündemler, içten içe üstünlükler taşıyarak uzlaşma oluşmaz.

Uzlaşma karşılıklı kazanç ve barış içinde yaşamak demektir. Uzlaşma olmayan ailede, arkadaşlıkta, şirkette, toplumda, boşa harcanan kaynaklar, kaçan fırsatlar vardır.

Bugünün toplumları farklı etnik, dinsel ve kültürel kökenden insanların bir arada yaşadıkları yapılardan oluşuyor. Sadece Anadolu gibi zaten kültürlerin erime potası olmuş coğrafyalarda değil, dünyanın her yerinde farklı renkler ve sesler bir arada yaşamak için uzlaşma arıyorlar.

Her ne kadar zihnimiz, eskinin yenme-yenilme güdüleriyle kodlanmış da olsa küreselleşmenin bizi getirdiği bu noktada her ilişkimizde uzlaşmanın bir yolunu bulmak zorundayız.

Bu zamanın ruhu, uzlaşma koşulları ve yolları üzerine kafa yormayı gerektiriyor.

Konuyla İlgili Makale ve Linkler

  1. Martha Lagace; “Connecting with Consumers Using Deep Metaphors”, Interview with Gerald & Lindsay Zaltman, Harvard Business School, 05/05/2008

Yorumlar

Comments (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir